top of page
  • Writer's pictureMehdi Sosar

Başarısız Bir Planın Şifresi: Primus Inter Pares

Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına girerken, 2023 Cumhurbaşkanlığı Seçimleri Türkiye’nin ekonomik politikasından hukuk devleti anlayışına, benimsenecek dış politikadan toplumsal hayatın nasıl şekilleneceğine kadar çok geniş ve neredeyse hayatın her alanını etkileyecek bir süreci başlatacağı için Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en önemli seçimlerinden biridir denilebilir. Geçtiğimiz 5 yıl içerisinde, iki büyük kur krizi ve arş-ı alaya doğru yükselen ve hiç düşmeyecek izlenimi veren enflasyon ve hayat pahalılığı, genç işsizliği ve son olarak Kahramanmaraş depremi gibi ciddi sorunlarla boğuşan ülkemizde bu felaketlerin siyasi bir faturası olacağı fikri herkes tarafından paylaşılırken ve “acaba muhalefet iktidarda olsaydı bunca kriz aşılabilir miydi?” minvalindeki sorulara her muhalifin cevabı olumluyken seçimin birinci turu bir çok muhalif için şaşırtıcı olan bir sonuçla bitti. İlk turda, Altılı Masa’nın ve Muhalefetin favori adayı Kemal Kılıçdaroğlu %45 oy oranıyla %49.4 oy alan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gerisinde kaldı ve cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kalmış oldu.

Muhalif medyayı domine eden “deneyimli gazeteciler” ve usta anketörlerin “aday önemli değil, her türlü kazanıyoruz!!” vaatlerine yürekten inan muhalefet seçmeni derin bir üzüntü içerisindeyken ve Altılı Masa + Emek ve Özgürlük ittifakı meclis seçimlerinde tam bir hezimet yaşamışken ikinci turda sonuçların değişeceğine dair umutlar iyice azalmışa benziyor. Bu yazının amacı şu sıralar gazeteciler ve yorumcuların çoğu kendi ideolojik tutumlarına paralel biçimde “aslında çok da kötü durumda değiliz! Hem öyleyse de kim suçlu?” diye tartışırken Altılı Masa’nın neden en başından beri başarısızlığa mahkûm bir yapı olduğu ve yaşananların sonuçlarını ele almaktır.


Altılı Masa: Siyasetsiz Bir Siyasi Yapı

Andrew Heywood’un ifadesiyle, siyasi temsilin doğasıyla ilgili tartışmalar devam etse de, temsil sürecinin özünde seçimler ve oylamayla bağlantılı olduğuna dair evrensel bir uzlaşı olduğu iddia edilebilir. Bundan yola çıkarak siyaset sürecinin merkezi unsuru olarak tanımlayabileceğimiz seçimler, ister Cumhurbaşkanlığı seçimi olsun ister parlamento seçimleri, hatta en minimal örneğinde lisede sınıf başkanlığı seçimleri, temelde yönetilenlere yönetildikleri süreçler hakkında söz sahibi olmalarını sağlayan ve kimin onları temsil edeceğini tercih ettikleri bir mekanizma olarak tarif edilebilir. Bu tercihin hangi usuller ile (seçim sistemi) ve hangi yönde tecelli edeceği (seçmen tercihleri) hususunda siyaset bilimi literatüründe son derece çeşitli görüşlerin bulunduğu gerçeğini şerh düşerek literatürün “seçim nasıl kazanılır?” sorusuna yanıt vermediğini ancak “seçim nasıl kaybedilir?” örneklerini sıkça barındırdığını belirtmek faydalı olacaktır. Bu örneklere bakarak sağduyu ile kavrayabileceğimiz bir sorunun nasıl Türkiye’de muhalefetin seçim sürecini yönetmekteki başarısızlığının anahtarları haline geldiği anlamak mümkündür. Bu sorunun adı “siyasetsizlik” veya “siyaset-üstücülük” anlayışıdır.


Altılı Masa Toplantısı

Yukarıda da belirtildiği gibi herhangi bir seçimi kazanmak için öncelikle seçme makamında olan kitleyi, bu örnekte halkı, ikna etmek zaruridir. Peki halkı ikna etmek için ne yapmalı? Bu soruya verilecek cevap doğal olarak “ona bir şeyler vaadetmeli”dir. Peki halkın teveccühüne mazhar olacak vaatler nedir? “Parlamenter sisteme geri döneceğiz!!” kulağınıza ilgi çekici bir vaat olarak geldi mi? Eğer bir siyaset bilimci veya hukukçu değilseniz Parlamenter sistemin ne olduğunu ve alternatifi olan Başkanlık sisteminden farkının ne olduğunu bilmeniz pek olası değildir. Dolayısıyla bu vaat, yeterince basitleştirilip çok detaylı bir şekilde açıklanmadığı sürece toplumun kahir ekseriyeti için bir anlam bile ifade etmemektedir. Böyle bir vaat veren siyasi parti(ler) bu zor görevi başarsa dahi halkın EYT düzenlemesi, Asgari ücret ve memurlara zam, 500 bin yeni konut gibi vaatler ve icraatlar karşısında bu soyut önermeyi satın alacağı varsayımı büyük olasılıkla sadece bu yazının yazarına garip gelmiyordur. Ayrıca, siyaset bilimi nazarından bakıldığında da “parlamenter sisteme döneceğiz” vaadinin bu vaadi veren siyasilerin iddia ettiğinin aksine normatif bir değer taşımadığını ve parlamenter sistemin normatif olarak diğer sistemlerden üstün ve daha iyi bir sistem olmadığını bildiğimizden bu vaadin rasyonalitesini anlamakta güçlük çekmemek elde değildir. Burada en önemli hata verilen bu büyük soyut vaadin yeterince siyasi olmamasıdır. Altılı Masa projesinin başarısızlığına sebep olan en büyük husus da ısrarcı bir biçimde yeterince siyaset yapmama eğilimidir.


Siyaset Bilimci Burak Bilgehan Özpek’in de sıklıkla dile getirdiği şekilde Altılı Masa kurulduğu ilk günden itibaren ısrarla Parlamenter Sisteme geri dönüş ve dolayısıyla memleketi kurtarmak için kurulmuş siyaset üstü bir kutsal ittifak izlenimi vermektedir. Günlük siyasetle ilgilenmeyip sistemi düzeltme iddiasında olan bu kutsal ittifak, kurulduğu günden itibaren kendisini eleştiren herkesi yeterince basiretli olmamakla itham ederek ülke için en mühim meselenin seçimin nasıl kazanılacağı veya halkın nasıl ikna edileceği değil, yeni sistemin nasıl olması gerektiği olduğunu savundu (ki bu da halkın zaten her hâlükârda kendilerine oy vermeye ikna olduğu varsayımından kaynaklanmaktadır). Bu haliyle Altılı Masa somut öneriler sunmak yerine tamamen sistemi değiştirmeye odaklandıkça elitist bir yapı haline geldi. Daha Masa kurulmadan önce her gün il il sokak sokak gezip siyaset yapan liderler bir anda halkın maslahatı için en ideal mekanizmayı oluşturacak elit bir yapının parçası haline geldi ve bu elit tavır zaman içinde Masa içinde yer alan bütün partilerin popülaritesine zarar veren bir hal aldı. Ancak belki de Masa’nın kendi bileşenlerine verdiği/vereceği en büyük zarar ortak aday belirleme stratejisindeki hatalar oldu.


Tutmayacak Aday Formülü: Primus Inter Pares (Eşitler Arasında Birinci)

Kılıçdaroğlu

Altılı Masa’nın başından beri ihmal ettiği en önemli konu adayın belirlenmesi konusu oldu ve Masa’nın elitist ruhu burada da ön plana çıkarak kazanacak aday yerine Masa’nın öngördüğü sistemi harfiyen uygulayacak adayın belirlenmesi kararlaştırıldı. Başka bir deyişle yine siyasetsiz bir tavırla halkın kimi seçmek isteyebileceği değil elit yapının kimi seçmek istediği öncelendi. Bu tanıma en uygun aday da CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’ndan başkası değildi. Son bir senedir “her türlü siyasi ihtirastan uzak” ve “Demokrat dede” profili çizmeye çalışan Kemal Kılıçdaroğlu’nun (kendisinin parlak özgeçmişi pratikte aksini göstermekte) adaylığı özellikle oy oranı bakımından küçük ortak diyebileceğimiz partilerin en çok isteyeceği şeydi; çünkü bu şekilde güçlü bir cumhurbaşkanı değil onların isteklerini de göz önünde bulunduracak bir “eşitler arasında birinci” cumhurbaşkanı adayı olmuş olacaktı. Yani Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olması aynı zamanda Ahmet Davutoğlu’nun, Ali Babacan’ın, Temel Karamollaoğlu’nun ve nihayet Gültekin Uysal’ın! gizli cumhurbaşkanı adayı olmasından farksız değildi. Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı adayı olup da seçimi kazanırsa Gültekin Uysal %0.01 oyu ile cumhurbaşkanı yardımcısı olabilecek ve parti kadroları birkaç bakanlıkta üst düzey makamlara sahip olma nimetinden faydalanabilecekti. Bu koalisyonun ve Kılıçdaroğlu’nun edilgen tutumundan fayda sağlayacak bir diğer grup da CHP parti teşkilatı içindeki danışmanlar ve kurmaylar ordusudur demek yanlış bir tespit olmayacaktır. Söz gelimi Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı olması hainde bugün Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın sahip olduğu olağanüstü gücü kullanacağı hayali ve heyecanı ile geceleri uyku uyuyamayan CHP Genel Başkan yardımcıları veya iletişimden sorumlu danışmanları için Kılıçdaroğlu’nun adaylığından daha iyi bir kariyer planı olabilir mi? Bu planların bahsi geçen aktörler açısından bir rasyonalitesi olsa da buradaki en büyük ahlaki eksiklik meşruiyet sorunudur. Gerçekten de %0.01 oy oranı olan bir partinin ülkenin dış politikası ve ekonomi politiğine yön vermesinde bir gariplik yok mu? Eğer elitist bir zaviyeden bakarsanız hiçbir sorun yok tabiki de. Peki bu strateji işe yaradı mı? En azından ilk turda işe yaramadığını söylemek mümkün.


Kim Kazandı Kim Kaybetti?

Öncelikle bütün bu siyasi tartışmaların en büyük kaybedeni her zaman olduğu gibi Türkiye’de her daim azınlık olan ve ülkenin daha özgürlükçü bir şekilde hukukun üstünlüğü temelinde yönetilmesini isteyenler oldu. İkinci büyük kaybeden ise Altılı Masa’nın iddia ettiğinin aksine özgürlük ve hukukun üstünlüğü kavramlarını hayat şiarı edinmeyen ama kaybolan refahını geri kazanmak isteyen büyük halk kitlesi oldu. Bütün bu olanlarda üçüncü büyük kaybeden ise CHP, Kılıçdaroğlu ve ülke kaderini siyasi kariyerleri uğruna kumar masasına koyan kurmay ve danışman ordusu olacak gibi gözükmektedir. Çoğu siyaset bilimci ve yorumcunun iddialarının aksine dördüncü büyük kaybeden ise DEVA ve Gelecek Partileri oldu. Her ne kadar Kılıçdaroğlu’nun keremiyle seçim sürecinde harcadıkları emeğin ve kendi başlarına aldıkları oyun çok üzerinde milletvekili çıkarmış olsalar da uzun vadeli bakıldığında ne muhafazakar ne de seküler seçmen nezdinde sevilmeyecek bir konuma şevkle girmeyi tercih ettiler. Kitle partisi olma hedefiyle çıktıkları yolda Gültekin Uysal ve DP ile aynı muameleyi görmeyi ve kronik “butik parti” olmayı tercih ettiler. Hazin bir örnek olarak Masa kurulmadan önce seçime “kendi logomuzla anımız ve şanımızla gireceğiz” diyen ve “özgün kimliğini oluşturmak” için AKP’den kendi partisine katılmak isteyenlere dahi soğuk bir tavır sergileyen Ali Babacan, trajik bir şekilde zamanla Kılıçdaroğlu’nun adaylığı için bir onay merciine dönüştü. Bir başka kaybeden ise, 3 mart krizinde masadan kalkıp şehirli seküler tabanını kızdıran, sonra muhalif ‘kamu entelektüelleri’ ve CHP’nin sosyal medya trolleri tarafından inanılmaz bir linçe uğrayınca, bahsi geçen tabanı kaybetmemek ve Muharrem İnce’nin kaderini paylaşmamak için masaya geri dönüp bu defa da milliyetçi tabanını küstüren İYİ Parti oldu. İYİP’in bu kaybı meclis seçiminde MHP’nin bile gerisinde kalmasıyla belirginleşti.


Son dönemde yaşananların tek bir kazananı olduğu kesin. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Cumhur İttifakı, yaşanan ekonomik kriz ve deprem felaketindeki eksiklikleri perdeleyecek seçim ekonomisi ile son derece başarılı oldu. “eyyy kıymetli halkım…. kendi arasında anlaşamayan, şimdiden malı bölme kavgasına tutuşan bu muhalefet ülke yönetebilir mi? Bunlar dinsiz imansız!! Bunlar alkolik, bunlar LGBTli, aileyi bitirecekler!!! Bunlara ve şer odaklarına karşı hem içeride hem dışarıda güçlü Türkiye için verdiğimiz mücadelede sizlerin her daim devletinin yanında olacağına ve bu kardeşinize olan muhabbetinizi ve desteğinizi esirgemeyeceğinize dair inancım her zaman olduğundan daha sağlam …” minvalinde ilerleyen mitingler en azından ilk turda başarı sağlamış gibi ve bu gidişle muhalefetin “biz neden 20 yıldır seçim kazanmıyoruz?” sorusunu yanıtlamak için 5 yıl daha düşünme fırsatı olacağa benziyor.


Son olarak ikincin turda ne olursa olsun sandığa gidip oy vermenin ve sandığın güvenliğini sağlamanın en büyük vatandaşlık görevi olduğunu belirterek yazıyı bitirmekte fayda var…





Keywords: Cumhurbaşkanlığı seçimi ilk turu sonuçlandı. İlk turda Cumhurbaşkanı Erdoğan en çok oyu aldı. İkinci turda muhalefet seçimi kazanabilir mi? Kemal Kılıçdaroğlu, Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı seçimi, ilk tur birinci tur seçimleri, altılı masa, Meral Akşener, Babacan, Davutoğlu, blog yazısı, Mehdi Sosar yazdı, mehdi sosar

bottom of page